Ijen Yanardağı – Java – Endonezya

Dubai ile başlayan yurt dışı maceralarım önce yoğun bir şekilde Avrupa sonra da  St. Petersburg ve Moskova deneyimleriyle devam etti. Aslında bir zamanlar Avrupa deneyimi olan arkadaşlarıma “vay be demek Avrupa görmüş insansın” şeklinde yaklaşıyorken artık tatillerimi Avrupa’da geçirmeye başlamıştım. Yeterince taş bina görmekten sıkıldıktan sonra yeni arayışlara yöneldim. Aslında aklımda hep Tayland vardı ama oraya tek başına gitmek tehlikeli söylentileri cesaretimi kırıyordu. Sonra “Rotasız Seyyah” ile tanıştım. Tek başına Dünya’yı gezmiş aslan yürekli bir Türk gezgin. Gezdiği yerleri o kadar sade dille anlatıyordu ki Uzak Doğu korkumu bir anda yeni dünyaya açılan kapı olarak değiştirmişti. Harika bir Tayland ve Singapur gezisi tamamlamıştım. Ülkeme döndüğümde gezmeye başlayan arkadaşlarıma “Avrupa’da zaman kaybetmeyin, Uzak Doğu başka güzel” şeklinde tavsiyeler vermeye başladım ve sonunda kendimi Bali – Endonezya bileti alırken buldum.

Bileti 3.5 ay sonrasına almıştım ve tam 8 günlük plan yapmalıydım. Bali zaten nefes kesici bir ada ama buralara gitmek kolay değildi. Gelmişken etrafında gidebileceğim en güzel noktaları bulup çok iyi rota oluşturmalıydım. Bali adasına yakın Java adasında onlarca nefes kesici rota bulmaya başlamıştım ve bunlardan en önemlilerini planlarıma ekledim. Bali’den çıkıp Java adasındaki Ijen ve Bromo yanardağlarını ziyaret edecektim. İlk fotoğraflarını gördüğümde inanamamış ve benim de burada bir fotoğrafım olacak fikri deyim yerindeyse ağzım kulaklarımda 3.5 ay geçirmeme neden olmuştu.

Vakit gelip çatmıştı ama Bali’den Ijen ve Bromo yanardağlarına nasıl gideceğim konusu netleşmemişti. Kısıtlı kaynaklardan edindiğim bilgiye göre o bölgelere sadece özel turlar gidiyordu ve bu tur firmalarından aldığım fiyatlar ya çok abartılıydı ya da tek kişi olduğum için tur düzenlemeyi kabul etmiyorlardı. Bana da Bali ile Ijen arasındaki mesafe haritadan kısa görünüyordu. En kötü ihtimal araç kiralar kendim giderim diye düşünmeye başlamıştım.

Bali’ye iner inmez onlarca aksilikle boğuşmaya başlamıştım (detaylar Bali yazımda) ama bir taraftan gezerken bir taraftan lokal turlardan teklifler almaya çalışıyordum. Sadece 1 firma beni oraya götürebileceğini söyledi fakat çok yüksek ücret talep etmişti. Yani o kadar hayallerim yıkılmıştı ki ailemden ve arkadaşlarımdan bu parayı vermek üzerine destek istiyordum. Bir daha mı gideceksin, çok da olsa o parayı ver ve hayallerini gerçekleştir şeklinde onay almak için biraz ağız aradım ama kimseden olumlu tepki gelmemişti. Ücret bana da fazla gelmişti ve araç kiralayıp tek başıma bu tura katılamayacağımı da yerli insanlarla yaptığım sohbetlerden anlamıştım. Sonra tur firmasından bir rehber beni arayarak abisinin kendisini arabasıyla gezdirebileceğini ve fiyatında görece daha düşük olacağını söylemişti. Hiç düşünmeden önce atladım ama sonra bir huzursuzluk sardı. Yani nasıl güvenip bir kişiyle 3 günlük yolculuğa çıkabilirdim ki? Arkadaşlarıma beni gezdirecek kişinin kardeşinin fotoğrafını ve iletişim bilgilerini gönderdim ve benden haber alamazsanız ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz dedim. Evet Uzak Doğu maceralarım için korkularımı yenmiştim ama tek başına Endonezya hatta yanardağı macerası oldukça iddialı olmuştu. Ben bu görüşmeleri yaparken halen internetten acaba başka tur firması bulabilir miyim diye aramaya devam ediyordum ve birden Java adasında bulunan lokal bir firma ilgimi çekti. Gece 22:00 gibi firma yetkilisine whatsapp üzerinden yazmaya başladım ve hiç beklemiyorken o saatte bana çok kibar ve anlaşılır bir dille cevap vermeye başladı. Yani 1-2 dakika içerisinde çok daha uygun fiyata yeni bir tur firması bulmuştum ve konuşmaları çok güven vermişti. Hemen diğer arkadaşı arayıp turu üzülerek iptal etmek istediğimi nedenleriyle birlikte anlatmaya başladım. O gün Uzak Doğu insanını daha çok sevmeye başladığım gündür. Çünkü o an sattığım kişi bana “senin mutluluğun daha önemli ve ne olur dikkat et, önemli bir şey olursa bize haber ver gelir yardımcı oluruz” şeklinde geri dönüş yapmıştı.

bromo map

Gece deli gibi heyecanlanmıştım çünkü artık kafam rahattı ve deneyimli bir tur firmasıyla hayatımın en büyük macerası için 3 günlük yolculuğa çıkacaktım. Tepe lambalarımı, kışlık kıyafetlerimi ve en önemlisi sülfürden etkilenmemek için gaz maskemi hazırladım. Lensler temizlendi, drone şarj edildi. Otel odamda hoplayıp zıplıyordum 🙂

Sabah kahvaltıdan sonra bir taksi ile Bali’den Java’ya geçecek olan vapura doğru yola çıktık. Dile kolay yolculuk 4.5-5 saat arası sürdü. Normalde haritadan baktığınızda 2 saatte gidebileceğinizi düşündüğünüz bir yoldu ama Bali’nin dar yolları inanılmaz yoğun ve karmaşık trafiğe sahipti. Sonunda vapura varmıştık. Firmanın görevlendirdiği bir kişi bana vapurda eşlik edecekti ve inince firmanın ofisine bırakacaktı. Evet beklenildiği gibi oldu ama o nasıl vapur yolculuğuydu arkadaş!

Bu araya kısa bir bilgilendirme yapalım; Endonezya Dünya’nın en büyük müslüman nüfusuna sahip yaklaşık 14 bin adadan oluşan bir ülke. Bali adası ise Budist ve turizm sayesinde diğer adalara göre çok daha geniş hoşgörüye sahip. Tek başına gezerken Bali’ye bile zor ayak uydurmuştum ama Java adasında durumlar çok daha zorluydu. Vapurda bana eşlik eden kişi içeriye geç otur dedi ama vapur yolcuğu da yarım saat süreceği için sıkılıp dışarı çıkmak istiyordum. Vapurun içi zaten garip ve kasvetli bir havaya sahipti ve rengimden dolayı turist olduğum çok rahat anlaşılıyordu. Haliyle bir şeyler satmak isteyen mi dersin ısrarla ayak masajı yapmak isteyen mi dersin beni bir türlü rahat bırakmıyorlardı. Sonra çantamı alıp dışarı çıkarak deniz havası almak istedim. Yani bu isteğim yaklaşık 30 saniye sürmüş olabilir. Ben dışarı çıktığım anda onlarca kişi beni o kadar farklı buldu ki kendimi sirkteki beyaz maymun gibi hissettim. Herkes birbirine beni gösteriyordu ve çekinmeden sürekli bana bakıyorlardı. Geri geldiğim yere dönüp oturmam çok sürmedi. Tabi ben gelince ayak masajcısı ısrara devam etti ama o ayaklar bana 3 gün lazımdı, tanımadığım birine güvenemezdim 🙂

Vapurdan meraklı bakışlar arasında indik ve firmanın ofisi dedikleri küçük bir kahve dükkanına girdik. Rehberlerimiz hoş geldin dedikten sonra hemen arabaya doğru yöneldik. Arabaya yerleşmiştim ki rehberlerim biz bir kahve içip döneceğiz sen dinlenebilirsin dediler. Ama ben duramadım ve bende sizinle kahve içebilir miyim diyerek arabadan fırladım. Şaşkın bakışlar arasında kahve dükkanına geri döndük ve ben oraya oturunca kalabalık etrafımı sardı, başladık muhabbete. Yani Afrika’da bir kabileyi ziyaret eden beyaz gezgin gibi hissettim kendimi. İngilizce bilen 2 rehberim etraftan gelen soruları bana çeviriyorlardı. 1 kişi hayatında ilk defa beyaz insan gördüğünü söyledi, 1’i artist misiniz biz sizi filmlerde görüyoruz gibi sorular yöneltmeye başladılar. Yani düştüğüm durumu nasıl anlatsam bilemiyorum. Yarım saatlik vapur yolculuğundan sonra gerçekten de 400 yıl geriye gitmiş gibi hissetmiştim. Biri kız arkadaşınız var mı diye sordu ve “bazen oluyor” cevabıma karşı kahkahalarla uzun uzun gülmelerini unutamıyorum. Çok keyifli bir sohbetten sonra yeniden arabamıza geçtik. Direksiyonda beni Ijen ve Bromo’ya götürecek Mirza, yanında da Ijen’in rehberlerinden biri vardı. 20 dakikalık bir yolculuktan sonra beni basit bir otele yerleştirdiler ve gece 1’de gelip alacaklarını söylediler. O zamana kadar Java’da gerçekleştirilecek kalabalık bir tura katılacağımı düşünüyordum ama turda tek olduğumu anladığım anda ufaktan terlemeye başlamıştım. Arkadaşlarıma yine ulaşamazlarsa şu kişilerle buraya gidiyorum bilgisini verdim. Telefonda görüştüğüm tur firmasının sorumlusu Tony otelde ziyaretime geldi ve tur hakkında detaylı açıklama yaptı. Kendisini yakından görünce içim tamamen rahatlamıştı.

Gece olmadan önce acıktığım için kasabada market arayışına çıktım. Çok sürmeden market bulmuştum ama halkın bana bakışını ve markettekilerin beni görünce içeriye kaçıp çıkmayışını unutamıyorum. Yani düşünün hiç konuşmakla uğraşmadan marketten bir şeyler alıp parasını uzatıyorum ama benden parayı almamak için köşe bucak kaçıyorlar. Yahu burası niye böyle garip ama sevimli bir yerdi hala anlamamışımdır.

Karnımı doyurduktan sonra uyudum ve gece 01:00’de Ijen rehberim Arif kapımı çaldı. Kısa bir tanışmadan sonra arabaya geçtik ve Mirza’nın şöförlüğünde 1 saat sonunda Ijen yanardağı eteklerine ulaştık. Arif babası ve dedesi gibi yıllarca Ijen’de madencilik yapmış sonra da kendi çabasıyla İngilizce öğrenerek Ijen’in zorlu ve ucuz hayatından kendini kurtarmış bir rehber. Bunu duyunca daha da sevinmiştim çünkü hava inanılmaz sisliydi ve gecenin karanlığında yaklaşık 2 saat sürecek dik bir tırmanış bizi bekliyordu. Arif’e hiç düşünmeden güvenmiştim çünkü o bu yollarda ömür geçirmişti. Arif sırtımda taşıdığım yükleri, kafamdaki lambanın pilini, suyumu ve gaz maskemi kontrol edip tırmanmaya başlamadan çok ciddi bir brifing vermişti. Yani ben o zamana kadar yaptığım tırmanışlar gibi laylaylom çıkarım yahu niye abartıyor düşüncesine kapılmıştım ama Arif gerçekten olayı çok ciddiye alıyordu. Sonunda tırmanış başlamıştı. Önce hafif düzlüklerden geçtik sonra yavaş yavaş yolumuz dikleşmeye başladı ve Arif sürekli olarak her noktada hızıma ve nefesime müdahale ediyordu. Burada su iç, burada derin nefes al, burada konuşma, burada gaz maskeni tak… Yani ilk başta cidden abarttığını düşünmüştüm ama sülfürün etkisiyle nefesim daralmaya başlayınca neden beni bu kadar kontrol etmek istediğini anlamıştım.

DSC00654
Ijen Girişi

Yolda giderken Arif’le sohbet ettikçe kaynaştık. İşini ciddiye aldığı için mesafeli bir tepki takındığını düşünmüştüm ama buna ek olarak otel odasından çıkarken klimayı kapatmam konusunda uyarı yapmıştı. Yani o an heyecandan unutuvermiştim ama o israf olarak görüp beni biraz yadırgamıştı. Sonraki sohbetlerden onun da içi rahatlamış ve dönüş yolunda “ilk defa bir Türk’le tanıştım umarım hepsi senin gibidir” sözü gönlünü aldığımı düşündürtmüştü.

Tırmanışın başlarında eski ama ve gözden uzak bir kenarda yırtıcı hayvan çıkabilir tabelası gördüm ve Arif’e detaylarını sordum. Bazen leopar gördüklerinden bahsetti. Ama gördüğü şeyin İngilizcesini bilmiyormuş büyük olasılıkla vahşi kedilerden bir türdü. Peki görünce ne yapmamız gerekiyor diye sorduğumda gülümseyerek kaderden bahsetmeye başladı. Dönünceye kadar gözüm leopar vari bir hayvan aradı ama iyiki de görmedik.

Tırmanışın en dik olduğu noktada orada çalışan madenciler için küçük bir dinlenme noktası bulunuyordu. Gelen turistlerin de etkisiyle bu noktayı mini markete çevirmişlerdi. Bu tepeye çıktığımda hayatımda almadığım kadar derin nefesler alıyordum. Sülfürden korunmak için taktığım maske daha da zor nefes almama neden oluyordu ve sırtımdaki ekstra drone ve fotoğraf ekipmanları işleri oldukça zorlaştırıyordu. Biraz dinlendikten sonra kalan 30 dakikalık tırmanışımız için yola koyulduk. Aslında zirveye çıktıkça moralim bozulmaya başlamıştı. Çünkü oraya “Blue Fire” yani mavi alevi görmeye gelmiştim ve sis yüzünden iyi fotoğraf çekememekten endişeliydim.

Blue fire ve oradan çalışan madenciler için Evrim Ağacı sitesinden ek bilgi verecek olursak;

“Olivier Gruneweld isimli fotoğrafçı, Kawah Ijen volkanından 2008 yılında haberdar oldu. Bugüne kadar bir sülfür madeni olarak kullanılanbu cehennemvari Endonezya yanardağı, gece olduğunda gerçek üstü bir uzaylı bölgesine benziyor. Son derece tehlikeli koşullarda çektiği fotoğraflar, tek kelimeyle şok edici.O ve arkadaşı Régis Etienne, bu dünya dışındanmış gibi gözüken, parlak mavi lavı çekmek için defalarca yanardağa gittiler. Yayınladıkları 52 dakikalık bir belgesel, bu tehlikeli koşullarda geçirdikleri 30 geceyi anlatıyor.Öte yandan bu dağda çalışan sülfür madencileri, her gün bu tehdidin dibinde yaşıyorlar. Oliver’ın kaleme aldığı bazı bilgiler şu şekilde:

“40 yılı aşkın bir süredir madenciler, Endonezya’daki Kawah Ijen kraterinden sülfür çıkarmaktadırlar. Zaten az olan gelirlerini iki katına çıkarabilmek için, bu insanların en güçlüleri geceleri de, volkandan sızan sülfürik asidin etkisiyle oluşan elektrik mavisi ışığın altında çalışmaktadır. Gün ışığı dinmeye başladığında, Kawah Ijen kraterinin derinliklerinden ürpertici bir ışık ışıması yükselmeye başlar. Dünya’nın en yüksek hidroklorik asit gölünün kenarında bulunan aktif bir bacadan akan, yüksek sıcaklıktaki sıvı sülfür, mavi alevler saçarak parıldar ve yerden 5 metre kadar yükseğe erişebilir. Bu parıldamanın dibinde, madenciler enerjik bir şekilde, toksik gazları soluyarak çalışırlar. Erimiş sülfürün bacalardan 115 santigrat derece sıcaklığında akışını takip ederler ve bunu takip eden kristalleşme sürecini beklerler. Sonrasında kristalleri kırarlar, toplarlar, yüklerler ve Dünya’nın pıhtılaşmış bu kanından para kazanmaya çalışırlar. Mavi ışık parıldamasının yanında, sülfür kütleleri çıkarırlar ve bunları kraterin kenarından taşıyarak, kilosu 680 rupiye (yaklaşık 14 kuruşa) satarlar. Taşıdıkları yük, yaklaşık 80-100 kilo civarındadır ve onların sağlıklarına ve hatta bazen yaşamlarına mal olur. Geceleri çalışarak, her 24 saatte iki sefer taşıma yapabilirler, böylece gelirlerini 2 kat arttırırlar. Ayrıca gündüz vakti Kawah Ijen kazanının yakıcı sıcağından korunmuş olurlar. Bu sülfür, Endonezya’nın en saf sülfürlerindendir ve gıda ile kimyasal endüstrisinde kullanılır. Sağlıkları ve yaşamları pahasına çıkarılan bu beyazlatıcı şeker, köle gibi çalışan bu işçilerin kaderidir.” Olivier, 4 defa Dünya Basın Fotoğrafçılığı ödülünü kazanmıştır. Paris’te fotoğrafçılık okuduktan sonra ilk olarak dağ tırmanıcılarını çekmeye, sonrasında ise doğal yapıtları çekmeye başlamıştır. 1997 yılından beri volkanların fotoğraflarını çekmektedir. Mavi lavların fotoğrafları ise şöyle:

30 dakikalık tırmanış sonunda mavi alevlerin oluştuğu sülfür kaynaklarını gören tepeye ulaşmıştık. Aslında eskiden alevlerin yanına kadar turistlerin girmesine izin veriliyormuş ama aktif volkan aniden parlayarak etrafa alevler saçınca bunun bir daha tekrarlama ihtimaline karşı turistlerin bir noktada durması istenerek çitler gerilmişti. Halen işçiler bu kaynaklardan omuzlarında sülfür taşımaya devam ediyorlar.

Korktuğum başıma gelmişti ve sis hiç dağılmıyordu. Mavi alevler orada kendini gösteriyordu fakat sis yüzünden hiç güzel fotoğraflar çekemiyordum. Gün doğumuna kadar sabırla soğukta bekledik ama hiç bir an istediğimiz fotoğrafı yakalayamadık. Sonuçta amacıma ulaşmış mavi alevi görmüştüm ama keşke Olivier gibi fotoğraflarla dönebilseydim.

Gün doğumundan sonra Arif’le şansımıza küsüp gölü gören tepeye tırmandık ve aşağıdaki drone kaydımızı aldık.

Aslında çok büyük bir hayali gerçekleştirmiştim, 3.5 aydır beklediğim an bu andı. Yani üzülmeye değmezdi, keyfini çıkarmaya çalışıyordum. Dönüş yolunda Çinli bir grupla ve tabiki her yerde bulabileceğiniz Hollanda’lı gezginlerle de sohbet edip vedalaştıktan sonra inişe geçtik.  Maden işçilerinin elleriyle yontup şekil verdiği sülfür heykellerden de almayı ihmal etmedim. Arif inişte sana sürprizim olacak lütfen üzülme demişti ama ne olabilir ki diye bile düşünmemiştim çünkü oraya mavi alevi fotoğraflamaya gelmiştim.

Tırmanışı gece yapmıştık haliyle karanlıkta hiç birşey görmemiştim ama inişte Arif’in sürpriz dediği şey yani hayatımın manzarası karşımdaydı.

IMG_6404

Arif’in dediğine göre burası aslında sisli değilken o kadar da güzel görünmüyormuş. O an iyiki hava sisliymiş ve bu muhteşem manzarayı yakalayabilmişiz dedim. Yani mavi alevi tamamen unutmuştum ve ne zaman Ijen ile ilgili sohbet açılsa sadece bu fotoğrafı gösteririm. Aşağıdaki video da nasıl bir manzaranın bizi karşıladığını çok iyi yansıtıyor;

Bu manzaradan sonra o kadar mutlu olmuştum ki o an bu manzara yakında başkalarının hayalini süsleyecek diye Arif’e anlatmaya başlamıştım ve galiba bu yazıdan sonra birilerinin hayali olabilecek.

Tepeden inerken fotoğraflar çekinmeye devam ettik ve manzaranın en güzel olduğu köşede Arif’İn fotoğraflarını çekmek için poz vermesini istedim. O an beni anlayamamıştı. Sürekli elimdeki makineyi alıp beni çekmek konusunda ısrar ediyordu. Burası benim evim ve burada hiç çekilmiş güzel fotoğrafım yoktu ve bir turistin benim fotoğrafımı çekmek istemesi hiç hayal ettiğimin bir şey değildi diye uzun uzun bu konudaki sevincini paylaştı. Halen ilginç gelen ama çok temiz tepkilerdi bunlar.

Kısa süre sonunda gece tırmanmakta çok zorlandığımız dik yola gelmiştik. Dağ tırmanışları yapanlar bilir, dik bir yamacı inmek çıkmaktan daha zordur. Yani inerken takılıp düşerseniz durumlar fena, düşmezsenizde hayatınızda belki çok az kullandığınız ön bacağınızı saatlerce kasan o dik inişler canınızı oldukça acıtacaktır. Çoğu zaman acımızı hafifletsin diye ters dönüp geriye doğru inmeyi tercih etmiştik. İniş gerçekten de çıkmaktan zor olmuştu çünkü artık üzerimizde çok büyük bir yorgunluk vardı. İnişimiz de 2 saate yakın sürmüştü ve sonunda kendimizi gece boyu Mirza’nın uyuduğu arabaya atmıştık. Yani arabaya oturmak başka atmak başkaydı 🙂

Ben arabaya biner binmez uyumuşum ve o anlar bende hiç kayıtta değil. Bir an uyandığımda “Perkebunan Kopi Kalibendo Banyuwangi” diye kahve ve silgi ağaçlarının olduğu bir ormanın içinde buldum kendimi. Saatler süren yorgunluğun ve sülfürün etkisiyle vücut kendini korumaya almıştı ve uyandığımda nerede olduğumu anlayamayıp Mirza ve Arif’e söylenmeye başlamıştım. Onlar bana telefonunun alarmı çalıyor diyormuş ama ben beni de telefonumu da rahat bırakın siz kimsiniz diye söyleniyormuşum. Yani Arif’in deyimiyle bu sülfür kafasıymış. Ayılmam zaman aldı ve buraya niye geldiğimizi sordum. Mirza gülerek eğer iyiysen burası çok güzel bir bölge hadi drone uçuralım dedi. Bende o zaman bana biraz daha müsade edin ve su verin sonra başlayalım dedim çünkü ağaçlar hala bulanık görünüyordu 🙂 Tamamen ayıldıktan sonra drone ile keyifli bir video çektik ve Mirza oldukça mutlu oldu. Mirza’nın drone merakını Bromo yazımda paylaşacağım.

DJI_0175

Sülfürden ve yorgunluktan bitmiş bu vücudun aynı gün çok uzun bir yolculuğa başlayıp Bromo dağına tırmanması gerekiyordu. Deneyimli rehberlerim sana neyin iyi geleceğini biliyoruz diyerek beni aşağıda gördüğünüz doğa harikası şelalelerin ortasına getirdiler. Suyun ve kuşların sesi ile temiz hava o kadar iyi gelmişti ki dün gece bir rüyamıydı, sabah ne oldu bana diye söylenirken toparlandım ve hayatımın en muhteşem 2. manzarası için Arif ile vedalaşıp Mirza ile yola koyuldum.

DJI_0205

Mirza ve Bromo hakkındaki bilgileri Bromo yazımda paylaşacağım. (Sarı tişörtlü Mirza, yanındaki de Arif)

Hayatımın en büyük macerası Ijen ve Bromo yolunun ilk kısmını burada tamamlıyorum ama aklım hala orada. Belki bir gün oralara daha kalabalık gideriz, neden olmasın? Bu da bir hayalimiz olsun, belki bunu da birlikte gerçekleştiririz.

Birhan Uğuz

Tur Firması: Blue Flame Tour 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s